SURETÇİ - Ömer L. BAKAN
- Ömer L. BAKAN
- 30 Eyl 2020
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Eki 2020

Baba-oğul Dersim’in içlerine doğru yürümeye başladılar. Hayatında, ilk defa gördüklerinin karşısında, Hasan şaşkınlığını gizleyemedi. Mehmet Ali belindeki kuşaktan para kesesini çıkardı, baktı epey paraları vardı ama yine de idareli harcamalıydılar. Kim bilir bir daha ne zaman koyun satarlardı da elleri böylesine bol para görürdü. Önce her-şeyler satan dükkâna girdiler. Hasan’a, lastik pabuç, gömlek, şalvar pantol, puşi aldılar. Bako’nun boyuna posuna göre de aynı şeyleri aldılar. Gülfidan’a, kaçak kumaşlardan üçer-dörder arşın üç farklı renk ve desenlerde basma kestirdi, içlik-don, üç tane renk-renk yazma, pabuç aldı. Kendisine, şalvar pantol, sarık bağlayabileceği başlık, beline kuşak, gömlek, puşi, lastik pabuç aldı. Hepsini bir çuvala koydurdu. Sırtına vurdu çuvalı çıktı.
Yerde incik, boncuk, takı satan Acem’den kızı Gülpembe’ye küpe aldı. Gözü çakılarda kalan Hasan’a küçük bir çakı, abisi Bako ya bıçak aldılar. Dükkândan çıkıp sağa doğru döndüler, çarşı kalabalık ve hareketliydi; Hasan, kime, neye bakacağını şaşırdı. İleride, bir duvarın önünde oturmuş, müşteri bekleyen suretçiyi gördü Mehmet Ali. Hasan’ın elinden tutup, suretçinin yanına gittiler. Fotoğraf kutusunu tanımıştı Mehmet Ali, daha önce askerlik yaptığı esnada, Erzurum’da suretini çıkarttırmıştı. Adamla pazarlık yaptılar. Sokağın ortasında yeni aldıkları şalvar pantol, gömlek ve lastik pabucu, Hasana giydirdi, puşiyi boynuna doladı. Kendi puşisini, kendi boynuna doladı. Kutunun karşısındaki tahta sandalyeye oturdu. Oğlu Hasan’ı yanına çekti, elini omuzuna attı, öylece bekledi.

Suretçi, yanlarına geldi, üstlerine başlarına baktı, ceketinin iç cebinden çıkardığı yağlanmış tarakla Hasan’ın saçlarını taradı, gömleğinin yakasını düzeltti. Hasan dikkatle suretçinin ne yaptığını izliyordu. “Bu kutu ne ki?” diye sordu adama. “Bu kutu sizin suretinizi basacak, bunun adına fotoğraf denir.” diye, cevap verdi adam. Mehmet Ali omuzlarını dikleştirdi, oğluna biraz daha sıkıca sarıldı; Hasan, babasının yanında iki elini yanlarına yapıştırmış vaziyette dimdik duruyordu. Adam kutunun arkasına geçti, eğilip, siyah bir torbanın içine kafasını soktu. Sonra kafasını çıkardı. Elini kutunun içine sokarak bir şeyler yaptı. Kutunun önündeki önü camdan yuvarlak bir şeye kapak taktı. Elini tekrar siyah örtünün altından kutunun içine soktu, çıkardı. Tam nereye bakacaklarını söyleyerek
objektifi gösterdi. Dikkatlice tekrar baktı onlara. “Kımıldamayın” dedi. Camın önündeki kapağı çıkardı, kendine has bir hareketle, kapağı havada birkaç kez salladı, “Hoop” dedi, kapağı yerine koydu. Hasan ve babası hala kımıldamadan duruyorlardı. Adam güldü, “Tamam, bitti” deyince, kımıldandılar. Adam işinin başına döndü. Elini, tekrar siyah örtünün altından içeriye soktu. Bir şeyler yaptı. Hasan pür dikkat adamın ne yaptığını izliyordu. Bir
süre sonra, kutunun üzerindeki, kısa boru gibi bir şeye gözünü yaklaştırdı, içine baktı, daha sonra elinde ıslak bir sert kâğıdı dışarıya çıkardı. Güneşte kurumasını bekledi. Hasan, şaşkınlıkla adamın elinde ki kâğıda bakıyor, üzerindeki şekillerden kendini ve babasını tanıyordu ama bir terslik vardı; yüzleri siyah, saçları, kaşları beyaz,
gözleri bir tuhaftı. Adam, Hasan’ın şaşırdığını gördü; “sabırlı ol bakalım daha işimiz bitmedi” dedi. Kuruyan kartı kutunun önündeki bir yere yerleştirdi, yuvarlak camın önündeki kapağı tekrar çıkardı kutunun arkasına geçti. Kafasını siyah torbaya sokup eliyle yuvarlak camı ileriye doğru itti, durdu. Az daha itti, biraz geri çekti, azcık daha ileri itti; kafasını torbadan çıkardı yuvarlak camın kapağını yerine taktı. Hasan gözlerini kırpmadan suretçiyi
izliyordu.

Babası pek bi’keyifli, hala duvara asılı siyah örtünün önünde oturuyor, oturduğu yerde üçüncü cigarasını sarıyordu. Suretçi benzeri işleri tekrarladı. Meraklı Hasan’ı yanına çağırdı. Kutunun yanındaki sandalyenin üstüne çıkmasını istedi ve kutunun üzerinde uzanan kısa bir borunun deliğinden içeri bakmasını söyledi. Önünde kırmızı
cam olan borudan içeriye bakarken bir eli ile de diğer gözünü kapatıyordu. Kutunun içi kıp-kırmızı idi. Adamın elini gördü kutunun içinde. Elindeki kartı bir suyun içinde sallıyordu. “Ne görüyorsun?” diye sordu Hasan’a. Hasan, daha bir dikkat kesildi, kısa süre sonra gelişen kartta kendini ve babasını tanımış, gözünü ayırmadan, “buba, buba kutunun içine sokmuş, bizi...” diye bağırdı. Babası keyiflendi, fotoğrafçı sesli güldü, Hasanın başını okşadı.
Kartları çıkardı, su dolu bir kapta iyice yıkayıp, kuruması için kutunun ayaklarında gerili ipe mandalla astı. Ellerini, dizinin üstüne koyup eğilerek, kenarları tırtıklı karttaki fotoğraf kuruyana kadar seyretti. Hasan’ı seven fotoğrafçı, “Bu da benden olsun.” diyerek bir kopya daha çıkardı Mehmet Ali’ye verdi. Birini kendi cebine, diğerini Hasanın cebine koyan Mehmet Ali parayı ödeyip, fotoğrafçının yanından ayrıldı. Hasan pek bi’keyiflenmiş, babasının eline sıkıca tutunmuştu.

Bundan sonraki ömründe Hasan Efendi o fotoğrafı asla cebinden çıkarmadı. İdama giderken bile… sehpada cansız bedeni sallanırken, hücresini boşaltmaya gelen gardiyan yerde bu fotoğrafı görmüş, başka da özel bir eşyasına rastlamamıştı. Dersim de 1935 yılında çekilen bu suret Hasan Efendinin tek değerli eşyası
olarak hapishane kayıtlarına geçti; o değerli eşyayı da gelip alan olmamıştı…
Ömer L. BAKAN
*fotoğraflar Ömer Bakan arşivindendir.
Comments